“Heyetler Yılı” olarak adlandırılan Hicretin 9. yılında Necran Hıristiyanları Medine’ye Hz. Peygamber (asm) ile görüşmeye gelirler. İbadet vakitleri gelince mescitte doğuya dönüp ibadete başlamak isterler. Sahabe engellemeye çalışsa da Rahmet Peygamberi araya girip izin vermelerini emreder. (İbn Sa’d, Tabakat, I, s. 357) Bu Allah’ın elçisinin evrensel müsamahasının yalnızca bir örneğidir. 647-657 yılları arasında Nasturî patriği olan 3. İşuayheb bir arkadaşına yazdığı mektupta kendilerine yapılan muameleyi şöyle ifade etmektedir: “ Allah’ın idareyi kendilerine verdiği Araplar, bizlere hiç zulmetmediler. Gerçekten onlar dinimize ve din adamlarımıza hürmet gösterdiler, kilise ve manastırlarımıza yardım ettiler.” (M. Hamidullah, İslam Peygamberi, çev: Salih Tuğ, II, S. 920) Cennetle müjdelenen Sa’d b. Ebi Vakkas valisi olduğu Şam bölgesinde gayr-i Müslim halkta yaşamaktaydı. Buralar İslam toprakları olduğundan gayr-i Müslim halk vergi (cizye) vermekteydi. Bu vergi onları korumaları karşılığında alınmaktaydı. Ancak Bizans bir ordu bölgeye gönderince Sa’d b. Ebi Vakkas elindeki asker ile buraları koruyamayacağını söyleyerek halktan aldığı vergiyi iade edip bölgeden çekilir. Başka bir örnek ise Yıldırım Beyazid’in İspanya’dan Yahudileri katledilmekten kurtarıp Osmanlı topraklarına yerleştirmesi verilebilir. Bir diğer örnek ise Katolik Roma 1204 yılında gerçekleştirdiği dördüncü Haçlı seferi ile İstanbul’u ele geçirmişti. Ortodoks mezhebi ile Katolikler düşman olduklarından Patriğin tahtına fahişe bile oturtmuşlardır. İstanbul fethedilmeden hemen önceleri ise Grandük Lucas Notaras “ şehrin ortasında kardinal şapkasını görmektense Müslüman sarığını görmeyi tercih ederim” şeklindeki konuşmuştu. Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethettikten sonra Ortodokslara dini hürriyetlerini iade etmiştir. Daha fazla örnek vermeye gerek yok sanıyorum.
Münferit olaylar hariç tarihte bir İslam devletinin başka dinden tebaaya Müslüman olmaları için baskı yaptığına örnek yoktur. Gayr-i Müslim halk dinlerini ve kültürlerini yaşama konusunda zorluk çekmemişlerdir. Çünkü hakları Kur’an ve Sünnet ile sabittir, İslam hukuku eserlerinde aradıklarını bulabileceklerdir. Buna örnek yüzlerce yıl İslam devletlerinin idaresinde kalmış Ermenistan ve Balkanların din ve milliyet konusunda asimile olmadan günümüze kadar gelmeleri verilebilir. Osmanlı Devleti Balkanlar, Orta Doğu, Kuzey Afrika, Ukrayna, Ermenistan gibi yerlere sahip olduğu halde bu bölgelerde ne Türkçe konuşulur; nede Hıristiyan olan bölgeler Müslüman olmuştur. Oysaki Afrika, Kuzey ve Güney Amerika, Avustralya Hıristiyanlaştırılmıştır. Dilleri ise İngilizce, İspanyolca, Fransızca ve Portekizce olmuştur. Sanılanın aksine Avrupa Birliği geçmişini terk etmiş değildir. İleri seviye demokrasileri sadece kendi ülkelerinde geçerlidir.
Ancak şimdi, modern zamanlarda biz Müslümanlar İslam’ın evrensel hoşgörüsünü, evrensel mesajlarını ne anlayabiliyoruz, ne de taşıyabiliyoruz. Değil gayr-i müslimler farklı mezhepten insanlarla anlaşamıyor, bir arada yaşayamıyor, tahammül edemiyoruz. Oysaki Hz. Resul “ kardeş olun ey Allah’ın kulları” diye haykırmıyor muydu günümüze. Hoşgörü sadece bir söylem olarak dilimizde kalmıştır. Sözü uzatmadan Hz. Peygamber’in bir hadis-i şerifi ile bitirmek istiyorum: “ Allah bir kavmin, milletin devamını ya da gelişmesini dilerse, onları hoşgörü ve iffetle rızıklandırır.”