İslam’ı sevmeyen, kuyusunu kazan; Müslüman’ın evle cami arasında mekik dokumasından hoşlanır. Tespihini eline alıp televizyon karşısında oturmasından memnuniyet duyar. Kur’an’ı ölünün toprağına, doğan çocuğa isim bakmaya, darlık ve sıkıntıda olunca kurtuluş nasıl olacaktır diye fal bakmaya hasredenlerden gurur duyar. Onun kimliğine sadece “camiye giriş için izin vardır” mührü basılmıştır. Bu kimlikle okula, üniversiteye, kütüphaneye, yabancı dil öğrenmeye, meclise, hukuk bürosuna, başhekimliğe vs girişine izin verilmez. Sayılan yerlere gidilmemesinden son derece memnun olanlar sevincini cadı bayramlarında zaten açığa vuruyor.
Müslüman çabucak bir zamanda eline Kitabı almalı, kendi zaviyesinden medeniyeti inşa etmelidir. Toplumun içine düştüğü kimlik bunalımı, anlamsızlık, çaresizlik ve kabulleniş kahrına çözüm bulmalıdır. Müslüman, Kur’an 750 defa ilme teşvik ettiği halde ilimden bîhaber durumundan sıyrılıp, ilmin her türlüsünü kucaklamalıdır. Her türlü propaganda programını, mistifikasyonu el attığı bilimlerin ışığında yıkıp, düştüğü ihtilaf ve yozlaşmalardan kendini muhafaza etmelidir. Ancak bunun için etrafına örülen ve kendi tembelliği ile örmeye yardım ettiği cehalet örtüsünden kurtulmalıdır.
İnsanın kendi varlığını ispat etmenin en büyük yolu ilmi uğraşlardan geçer. Bu durum milletler içinde geçerlidir. Egemen güçlerin istilası ne kadar istenilmeyen bela ise; bilinci ve aksiyonu felce uğratan egemen ve yozlaştırıcı Batı kültür ve yaşantısından da uzaklaşmak gerekir. Hayata anlam veren ve hiçlikten kurtaran serencam kendi değerlerini yaşamak, geliştirmek ve sunmaktır. O halde benlik ve kimlik bunalımı yaşayan insanımızın ikbali ilme yapışmaktan geçiyor. İlmi içselleştirmekten geçiyor. İbn Rüşd gibi hayat boyunca iki gece hariç tüm geceleri ilimle ihya etmekten geçiyor. Geçmişte tıp öğrenmek farz-ı kifayedir diyen Gazali şimdi olsaydı sosyal bilimleri de aynı kefeye koyacaktı. Kanaatimce sosyal bilimler ve ilahiyat yeniden kendini inşa etmede birinci ayak olacaktır.
Yazıma Gazali’nin bir cümlesiyle son veriyorum: “Her şeyin hakikatini iyice anlamaya karşı susuzluğum çocukluk ve gençlik çağımdan beri benim alışkanlığım ve âdetimdi. Esasen bu, benim kendi iradem ve çabamla değil Yüce Allah’ın yaratılışıma koyduğu fıtrat ve mizaçtan ileri geliyordu. Nihayet taklit bağından kurtuldum ve çocukluk yaşıma yakın zamanda tevarüs ettiğim inançlardan sıyrıldım.” (El Munkız Mine’d Dalal, çeviren: Abdurrezzak Tek, Emin yayınları, Bursa, 2013, s. 3 )