Birinci yazımın devamı ve sürekliliği açısından siz değerli okuyucularla geç buluşuyor olmaktan biraz rahatsız olsam da hepinize tek tek merhaba sevgili okur J Aramıza ve bu diziyi yeni okumaya başlayan okurlar ilk yazıma bu adresten ulaşabilirler -http://www.muzenhaber.com/kose-yazisi/161/secilen-dunyalar-1.html
Bu yazımız ‘‘Vakti hazır dönemler…Ve bir türlü bitmeyen; zaman eşikleri.’’Diyerek başladığım yazı sürekliliğidir. Şimdi ele aldığım konu ise:İhanet Bekçileri
Evet, bahsettiğim gibi vakti hazır dönemler… Her insanın içinde ve hayatının bir bölümünde unutulmaz kalan ihanetler bulunur. Bunları açmak değil amacım. Asıl anlatacağım elbette ulusal olan konularımız ve Cumhuriyet’imizin hangi kıyılarında ihanetler bulunuyor?
Yeri geldi ihanete uğradık hem dıştan hem de namussuzca içerden olarak… Vakit geldi bekçisi olduk her türlü ihanetin, namussuzluğun. Biz Türk olarak ne yıkıldık ne de şanlı sancağı dalgalandırmadan bıraktık! Dünya ile kıyasıya mücadele ettik ve ediyoruz da hiç durmadan.
Sizleri çokça bildiğiniz veya duyduğunuz konularla meşgul ettim. Şimdi okumanız gereken zamanı başka bir vakte bırakmayın. Sizinleyim, bitirin bu yazıyı.
Uzun menziller ve kısa alanda tek çatı altında birleşerek davalar sürmekte kitleler. Biz Cumhuriyet tarihimizde dâhil olmak üzere ve asla terk edilmeyecek bir hissiyatla millet olarak dinimize bağlıyız, çok şükür. Bunda hemfikiriz ancak bazılarımız var ki tarikat ve menzil olmadan ne dinî sohbet edebilmekte ne de İslamiyet’i yaşayabilmektedir(!) sanırım.
Düşünsenize nefes almak için nefes verenleri taklit etme gereği duyuyorsunuz(!) saçma değil mi? Tamam konu tamamen bundan ibaret değil ancak iki yönden hikayesi var bu metnin. Mesela nefes almanın bir gereksinimidir; nefes geri verilir, bunu söylememe gerek yok zaten. Bu bir döngüdür. Tarikatlar, cemaatler vs. bunlar bu sistemin parçalarıdır.
Ömer Seyfettin’in sevdiğim bir sözü vardır, bunu sizinle paylaşmak isterim: "İslamcılık adı altında Türk düşmanlığı yapan soysuzlardan nefret ediyorum."
Aslında bütün anlatmak istediğim bu. Dini kullanarak herhangi bir şeye zarar verilebilir vicdani duyguları emerek ama asıl sorun bu (-dini kullanmak-) değil mi?
Ülkemizde çok ikili tartışmalar oldu ve her zaman bu ikili çatışma arasında vukuatlar yükseldiğinde taraflar, diğer taraftan bir olumsuz hareketine cevap vermek üzere hazırdı. Yani mevcut olan gerilim sahası adeta bir savaş meydanına dönüşme ihtimali hep tabiri caizse ramak’taydı. Bu ramak hissedilmeyecek bir durum değildi elbette. Tek bir sözle taraflar arası katliam oluşuyordu. Ve her iki taraf arasında da elbette yapılanmalar mevcuttu ve içerden olabilecek ihaneti engellemek adına aynı taraf insanları bile birçok kez birbirine dair tarafsız gibi davranması mevcuttu. Yani herkes birer ihanet bekçisiydi. Bilirsiniz eski filmlerimizden, dizilerimizden, kitaplarımızdan çok mahalle bekçisi sırf bunlar için görevlendirilirdi. Yani iki tarafta savunduğu tarafın ülke yönetimine dair daha iyi olacağını savunurdu ancak bu iki taraf arası kendi halinde anlaşmayı beceremezdi. Bunun için görevlendirilen kişiler vardı anlayacağınız ancak bu zamanında anlaşılmadı. Çok kafa, göz patladı- tüp sıraları uzadı ve siyasetçiler bunları kullanırken o taraf insanları kullanıldıklarını bilmedi. Ben de çok biliyor sayılmam, bu benim yorumum; sorgulama ihtiyacı gösterirken ben kenara çekilemem, bu anlamsız olur. Bu yüzden yorumların takibini akabinde sürekli takip etmeye çalışacağım. Konumuza devam edip bitireyim.
15 Temmuz darbe girişiminde bütün halk olarak kenetlendik (kaçanları saymadım) ancak halkın ne kadarı bu darbe girişimiyle alakalı bilgi edinme gereksinimi duydu? Çok az. (hangi yıl gerçekleşti diye sorsanız yılını şaşıracak insan sayısı hakikaten sizi de beni de üzer….) Peki darbe girişimi öncesi fethullah örgütüne dair görüşler nasıldı? Bunun cevabını vereceğim “kandırıldık, aldatıldık” denilecek kadar çok iyi. Çünkü vicdani duygular sömürülmüş, kaybedilmiş, teslim altına alınmış ve din;perde arkasında kullanılmış… Kamera önünde sohbetler eşliğinde beddualar edilmiş. Oysa ki bedduanın kötü olduğunu bilmemek elde mi?!
O gün bugündür herkes kendince bekçi. Hem ihanet için hem bir şey denilirse vereceği cevap olarak falan. Şimdi kimse birbirine samimi değil, kimse birbirine güvenmiyor; daha doğrusu kimse kimseye güvenemiyor (mesela ben “vatanseverim” deyip susan kişiye güvenmeyi geçin inanma hassasiyeti bile göstermiyorum.) ve herkes güvende olmayı güvensizlik zannediyor. Bu da diğer görüş yazımın konusunda belirleyici unsur olsun.
En kısa sürede görüşmek üzere sayın okur J Kendine iyi bak ve sakın susma, vatanperver olalım birlikte ;)