İçerideki isyankâr daima dışarıdaki düşmanla dosttur. Tıpkı nefis ve şeytan, tıpkı PKK ve İsrail gibi. Latince felsefe yerine yerel diller ile felsefe yapma ulusal devletlerin başlangıcı sayılabilir. Ulus devlet (nasyonalizm) bilinci takriben 15. yüzyıla dayanmaktadır. Buna İncili herkes okuyup anlayabilir, yorumlayabilir fikrinden hareketle Katolikliğe karşı duran Martin Luther’in İncili Almancaya çevirmesi hız vermiştir. Fransız İhtilali ile bu akım Osmanlı devleti başta olmak üzere imparatorlukları yıkıma götürmüştür. Ulusların bağımsızlık hareketleri, kendi devletini kurma hayali ile imparatorluklar dünyaya veda etmiştir. Ancak bu bir tuzaktı. Ulus devlet fikri ırkçılığa, şovenizme kadar vardı. Nice faşist liderler milletlerinin en üstünlüğü iddiasıyla dünya savaşlarına neden oldu. Tuzağın büyüklüğünü yine örneklendirmek gerekirse: Dünya nüfusunun yüzde 20’si olan Batı toplumları dünya kaynaklarının yüzde 80’ini tüketiyor. Batı sebep olduğu iki dünya savaşı, ideolojilerin yıkımları, yok edilen milletlerden sonra bir arada yaşama tecrübesini edindi. Ne yazık ki hep deneme yanılma yoluyla bazı kadim değerleri keşfettiler. Bir arada yaşama tecrübesi meydan okudukları medeniyette zaten kurulu düzendi.
Modern zamanlara kadar Avrupa’da İslam birliği karşısında bir birlik yoktu. Haçlı seferleri ile olmuş olsada durduruldu ve dağıtıldı. Fatih sultan Mehmet’in Ortodoksluğu himayesinde de bu amaç vardı. O halde İslam birliğini veya Osmanlı medeniyet mucizesini dağıtmanın yolu ulus devlet projesinde olacaktı. Gelinen noktada Osmanlı yıkıldı ve topraklarında 40’tan fazla Müslüman devlet kuruldu. Her millet ve kabile kendi devletini, egosunu inşa etti. Ancak karşılarında ise Avrupa Hıristiyan Birliğini gördüler. Bu sebeple AB değil de AHB demek daha mantıklıdır. Buna Şerif Hüseyin’in kurulan tuzağa farkında olmadan ayak uydurarak gerçekleştirdiği ihanet en iyi örnektir sanırım. İslam dünyasında birliği muhafaza eden Türkler ise kabuğuna çekilmiş, Türk’ten başkasını dost kabul etmez, 10 yılda bir darbe ile habitatını gerçekleştirmişti. Buna fikri planda engel olmaya çalışan Akif, Bediüzzaman, Necip Fazıl gibi düşünürler; Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan gibi siyasetçiler pasifize edilmiştir, ediliyor.
Gelinen noktada Arap dünyası kabile devletçikler ile yaşayamamış, birbirine girmiş, biri yükselince terör örgütleri ile sindirilmiştir. Balfour Deklarasyonu ile Filistin’de bir Yahudi devleti kurularak çember ateş ile yıkanmıştır. Böylece İslamiyet öncesinden iki düşman millet yine karşı karşıya getirilmiştir. Ve günümüzde ise manzara malumunuzdur. Ülkemizde ise Kürt-Türk anlaşmazlıklarına meydan açmışlardır. Ancak Kürtler, Araplar gibi ulus devlet modasına uymadılar. Emperyalist tuzağa düşmediler. Akl-ı selim ile hareket ettiler. HDPPKK çizgisinin tüm çabalarına rağmen akl-ı selimden ayrılmadılar. Bunda kanaatimce ülkemizin Doğusunda kümelenen tarikatlar ve Bediüzzaman’ın varlığı etken olmuştur. Geldiğimiz noktada ve güncel olaylar üzerinde tefekkür ettiğimizde emperyal güçlerin -her ulusa devlet kurmalarına rağmen- bölgemizde sadece Kürtlere devlet kurmamalarını daha iyi anlayabiliriz. Türkiye’nin tarihini hatırlaması söz konusu olduğunda Kürt-Türk çatışması ikinci plan olarak beklemeliydi. İslam dini hangi dinden olunursa olsun her zamanda birlikten yana olmuştur. Tarikatlar “kim olursan ol yine gel” diyerek ittihada, Bediüzzaman Risale-i Nurlarıyla Panislamizme hizmet etmiştir. Umulur ki Kürt-Türk birliği, kardeşliği İslam birliğine doğru yol alır. Sözün özü, Doğu ve Batı dünyasında yaşanan dini buhranlar birbirinden tamamen farklıdır. Bu sebeple yaşadığımız toplumsal değişimlere, travmalara Batı kaynaklı çözüm arayışları beyhudedir. Çünkü ışık doğudan gelir.